16 Ocak 2017 Pazartesi
Kriz mi yumurtadan, yumurta mı krizden

Malumunuz dünyadaki kaynakların adaletsiz kullanımı, ülkelerin cari işlemler dengesini koruyamaması, spekülatif hareketler ve globaldeki hızlı nüfus artışı ile birlikte basılan paraların reel karşılıklarının olmaması gibi bir çok nedenden tüm dünyada ekonomi iyi gitmiyor. Bizim ülkemiz için de ekonomik zorlanma dönemleri ve krizler yeni ve alışık olmadığımız bir durum değil. 1994 yılında 5 Nisan kararları ile Dolar 17.000 TL’den 40.000 TL’ye yükselmiş, kamu açıklarını kapatıcı istikrar paketi uygulanmıştı. 2001 krizi likitide sıkışıklığı ile başlamış ve faiz oranları aniden %1700-2000 seviyelerine yükselmişti. 2008 deki Lehman Brothers ın iflas açıklamasıyla başlayan global krizden de nasibimize düşen kadar etkilenmiştik.

Krizler, farklı nedenlere ortaya çıkar ve yönetilmeyi gerektirir. Bu krizleri oluşturan sebeplerin büyük bir yüzdesi de psikolojik ve sosyolojik faktörlerdir. Bazen rakamlara bakıldığında oluşan kriz algısı ile verilerin örtüşmediği görülür. Yani tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan? Bunları teknik olarak analiz etmek konunun uzmanlarının işi. Bunu onlara bırakalım.

Biz, biraz kriz psikolojisi üzerine düşünelim. Ekonomik zorlukların olduğu zamanlar makro düzeyde devleti, mikro düzeyde ise kurumları ve bireyleri etkiler. Bu süreçten minimum kayıp ve değerli kazanımlarla çıkması elzem. Ekonomik zorlukların olduğu dönemler gerek devletin gerekse kurumların yeniden yapılanması için fırsattır. Devletin, işletmelerin ve toplumun uyum becerisinin iyi olması önem arz eder ve herkesin de işlerin yoluna girmesi için bazı sorumlulukları vardır. Uzmanlar psikolojik olarak böyle dönemleri ‘’şok dönemi’’ ‘’tepki dönemi’’ ve ‘’uyum dönemi’’ olmak üzere üçe ayırırlar. Ve her dönemin farkında olmak ve illüzyonlara kapılmadan akılcı yönetmek mühimdir. Sekiz madde ile durumu özetlemeye çalıştım.

1. Toplumu oluşturan insanların ilişkilerindeki bozulmalar ve kutuplaşma krizleri derinleştirir. Ülkemizin terör ile ilgili sorunlarını büyütmek için en uygun şey din, siyasi düşünce, etnik orijin gibi hassas konuları körüklemektir. Bu dönemde bu hassasiyeti düşünerek duyarlı davranmak gerekir. Sosyal mecraların tamamı bunu negatif yada pozitif seyre çevirmede etkili. Bu nedenle ajitasyon yaratan, ayrımcılığı körükleyici paylaşımlar, aşırı siyasallaşmış profiller zarar veriyor. ‘’Tüm CHP liler vatan hainindir yada Akkoyunların tercih ettiği şekilde mi yönetileceğim, Kürtler İstanbul’ dan gitsin tarzı paylaşımlar abesle iştigal, çok üzücü. Ve bunu yapmayı misyon edinmiş troll hesaplara hizmet etmek, paylaşımlarını desteklemek ve yaymak anlamsız. Ülkemizde böyle bir malzemenin kalmadığını bundan nasiplenmek isteyen herkese göstermek lazım. Üstelik bunları bizi üzmek ve kötü senaryolara odaklanmak dışında hiçbir etkisi yok.

2. Kriz psikolojisi içine giren kurumun ve bireyin ilk tepkisi tüketim yapmaktan kaçınmak olur. Yukarıda bahsettiğimiz ‘’şok dönemi’’ eylemsizliği beraberinde getirir. Aşırı ihtiyatlı davranma ve güven sorunu oluştuğu için parası olan bile ne harcama yapmak ne mülk edinmek konusunda bir motivasyona sahip olur. Bu da ticari faaliyetlerin iyice yavaşlamasına neden olur. Bizde hem terör hem de doların düşmeyen ateşi insanların harcama yapma ve alışverişe gitme isteğini azalttı. Bunu parası olduğu halde temkinli olmak adına yapan kitle artarsa durumun vahameti artar. Böyle bir durumda toplumdaki psikolojik eğilim ve davranışları karamsar bekleyişler yönlendirecek ve bu durum ekonomik kötüleşmenin hızlı yayılmasına yol açacaktır Bu illüzyona kapılmamak gerekir.

3. ‘’Tepki dönemi’’ ise negatif söylemlerin ve sürekli daha kötü olacak yönündeki felaket tellallığının arttığı bir dönemdir. Sisteme yönelik eleştireler ve iyileşmeye olan inançsızlık bu dönemde durağanlığı iyice artırır ve harekete geçmeyi sınırlar. İrrasyonel düşünelim demiyorum ama sürekli; ‘’bu ülkede yaşanmaz, gitmek lazım, iş yapılmaz, çocuklarımızın geleceği çok kötü olacak, bu gidişle hepimiz işsiz kalacağız, Suriye’den hiç farkımız olmayacak, İran’da bizim gibiymiş bir gecede İran olacağız’’ tarzı tüm motivasyonumuzu yerle bir edip, yaşama sevincimizi ve en önemlisi ülkemize olan inancımızı sarsacak söylemlerden uzak duralım. Aynı zamanda İngiltere’de yaşıyor olmama rağmen bildiğim tek doğru; bir tane vatanım var ve onun geleceği için elimden gelenin en iyisini yapmak boynumun borcu. Başka ülkeler kapıları açmış Türk göçmenleri bekliyor değil. Tam da terör, ekonominin durumu, siyasi belirsizlik gibi konuların bir araya geldiği bu dönemde ülkemiz için yapacağımız en iyi şey inançla ve aşkla ne yapıyorsak onun en iyisini yapmak için işimize dört elle sarılmak. Göstereceğimiz en önemli bireysel çaba iyi iş üretmek olacaktır. Elin kolun kalkmaz vaziyette atalete teslim olur ve hareket kabiliyetini sınırlarsan ya işinden olursun ya şirketinden.

4. Böyle dönemlerden en fazla görev kurumlara düşüyor. Zira insanların en büyük korkusu işini kaybetmek ve yoksullaşmak. İşletmelerin kriz yönetimi konusunda aksiyon alırken iyi bir risk analizi yapmaları gerekir. Böylesi dönemler aşırılıkları düzeltmek, optimizasyonu sağlamak için bir fırsattır. Ancak çoğu yatırımcı panikle işten çıkarma ve hızlı küçülme yönünde bir aksiyon almakta acele edebiliyor. Bursa ‘da bir eğitimde bir iş adamı ‘’ 2001 krizinde çok panikledik ve kardeşimle karar alıp teknik kadromuzda ciddi bir işten çıkarma yaptık, kısa bir süre sonra Almanya’dan gelen sürekli olacak ve büyük bir talebi o kadroyu dağıttığımız için karşılayamadığımızdan alamadık. Yeni insanları alıp o kıvama getirmenin bedeli çok ağır oldu. Bu bize zor zamanları yönetirken işe personelden başlamanın çok sorun yaratabileceğini gösterdi’’ dedi. Sadece tasarruf etmeye ve giderleri kısmaya odaklanarak bu dönemleri aşmak güçtür. Yapılması gereken kriz rehavete kapılmadan işi geliştirmeye odaklanmak, yeni pazarlar bulmaya gayret etmek. Teknolojinin ilerleme hızını, işlerimizi yaparken bilimden istifade etmeyi ve inovasyonu ıskalamak hata olur. Dikkatimizi bu üç konuya odaklayalım.

5. Gelirin düştüğü ve sıkıntıların baş gösterdiği dönemlerde çalışanlar panik olur ve birbirini rakip olarak görüp harcama, entrika üretme eğilimine girebilir. İnsanlar işsiz kalmaktan ve yoksullaşmaktan korkar. Böyle zamanlarda insan kaynaklarının da akılcı politikalar üretmesi gerekir. İşten çıkarılma endişesinin olduğu bir işletmede verim düşer. Ve en önemli herkes en tepedeki kişinin gözünün içine bakar. Onun gözünün ışığı söndüyse, omuzları düştüyse ekip inancını ve üretme motivasyonunu kaybeder. Dolayısı ile tepe yönetimin söylemleri ve algılanma şekli şirketin geleceği açısından çok önemlidir. Bu süreçte tüm yöneticilerin ve çalışanların sisteme maksimum üretim ve kar için hizmet eder durumda olması gerekir. Bu da moral, motivasyon ve inanç ile olur. Aralık ayında konuşmacı olarak davet edildiğim bir kurumun bayi toplantısında yönetim kurulu başkanı çıktı kürsüye ‘’ 2016 çok zor geçti, 2017 korkunç olacak ve 2018 i de hiç iyi görmüyorum, Allah yardımcımız olsun’’ dedi. Bu söylem üzerine bayilere ve çalışanlara 2017 hedeflerini anlattı. Ama benim gözlemim o an onların kafasında başka işler kurmak ve başka işler bulmak vardı.

6. Nüfus yapısında meydana gelen değişiklikler ve göç doğru yönetilmediği takdirde krizleri büyütür ve süresini uzatır. Gerek devlet kurumlarının gerekse işletmelerin ülkemizdeki Suriye’li göçmen konusunu durumsal değil bugün ve gelecekte olacakları öngörerek yönetmesi oldukça önemli bir konu. İşin ekonomik, toplumsal, sosyal ve kültürel boyutları etraflıca değerlendirilip şu ana kadar geçici çözümler ile yönetilen konunun kalıcı bir durum olduğu gerçeği kabul edilmeli ve ülkemiz ekonomisine negatif bir etki yaratmayacak şekilde yönetilmesi üzerinde çalışılmalı. Toplum olarak bize düşen görev ise Suriye’li göçmenlerin varlığını kabul etmek ve entegrasyonları konusunda üzerimize düşeni yapmak. Aksi halde doğru yönetilemeyen göçmenlik süreçleri ekonomiye zarar verir, suç artar, mafya yapıları oluşur, ayrımcılık derinleşir. Bunun dışında Türkiye’de neden yaşadığı belli olmayan riskli göçmen profillerinin ayıklanarak ivedilikle ülkelerine gönderilmesi de ülkemizde güvenli ortam yaratılması açısından devletin çalışması gereken önemli bir konu.

7. Kadının toplumdaki yeri, ekonomiye katkısı ve verimli hale gelmesi ülkemizdeki önemli sorunlardan birisi. Eğitimli ve üretken kadın demek gelişecek ve geleceği olan ülke demektir. Daha çok kadın istihdamı ve yönetim kademelerinde de kriz yönetimi konusunda daha soğukkanlı davranma becerisi olan kadın aklı şart. Kadın girişimciliğinin akılcı desteklemesi yönündeki projelerin artması ve finansal destek sağlama dışında işi yönetme becerilerinin artması gerekiyor. Bu konuda devlet, kurumlar ve STK lar ortak hareket etmeli. Kadının üretken olduğu ekonomiler çok daha kuvvetli.

8. Devletin hukuk sistemini ve eğitim sistemini kuvvetlendirmek için ciddi çalışmalar yapması gerekir. Hukuk sistemi kuvvetli ortamlarda yabancı yatırımcının güveni artar ve eğitim sistemi kuvvetli bir ülkede parlak nesiller yetişir.

Bizim ülkemiz dünyanın en güzel yeri ve bize ait. Onu güzelleştirmek, muhafaza etmek barış ve huzur iklimi yaratmak hepimizin görevi. Türkiye, Atalarımızın, Gazi Mustafa Kemal’in ve kanıyla toprağı sulayan şehitlerin hepimize emaneti. Vatan sevdasından daha güçlü bir silah yok. Münferit çabaların kolektif etkisi çok büyüktür. Eğitimlerimde anlattığım bir hikaye var; ‘’ Bir ormanda yangın çıkar ve tüm hayvanlar kaçarken minik bir serçe gagası ile attığı su ile yangını söndürmeye gayret eder. Koca koca hayvanlar serçeye dönüp ‘senin attığın bu minicik su ile bu koca yangın söner mi? Derler. Serçe de ‘benim elimden gelen bu’ der’’ O zaman vakit hepimizin elinden gelenin en iyisine yapma vakti.

Okuyucu Yorumları
Karakese.com | Çukurova Bölgesinin En Güncel Bilgi Sitesi
Kriz mi yumurtadan, yumurta mı krizden