BAŞKANLIK SİSTEMİNDE TÜRKİYE’YE ÖZGÜ MODEL

Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

AKP Malatya Milletvekili, TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz, canlı yayın konuğu olduğu TGRT Haber’de gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. 

2015 Haziran seçimleri ile ilgili konuşan Öz, “YSK takvimi açıkladı. Meclis’te bekleyen milletimizin beklediği ve ülkemizle ilgili önemli olan kanun tasarılarının ve kanun tekliflerinin yasalaşmasını inşallah 7 Nisan’a kadar tamamlayıp Nisan’ın ilk haftası itibarıyla büyük bir ihtimal milletvekilleri seçim bölgelerine gideceklerdir. Meclis Başkanımızın koordinatörlüğünde grup başkan vekilleriyle birlikte onların hepsi değerlendiriliyor. Koordineli bir şekilde Meclis gündemi belirleniyor. Tabi iş güvenlik yasası var.  Sağlık Bakanlığı ile ilgili birkaç kanun tasarısı vardı. Sağlık enstitülerinin kurulması. Bunların hepsi öncelik durumuna inşallah meclis tatile girmeden Meclisten geçer” dedi.  

BAŞKANLIK SİSTEMİNDE TÜRKİYE’YE ÖZGÜ MODEL

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Somali dönüşü uçakta yaptığı açıklamaların ardından yeniden Türkiye gündeminin ön sıralarına yerleşen Başkanlık sistemine ilişkin görüşlerini paylaşan Öz, şu açıklamalarda bulundu: 

“Tabi bu yeni bir konu değil. Bu ta eskiden rahmetli Turgut Özal’ın gündeme getirdiği Türkiye için, akabinde Sayın Demirel’in gündeme getirdiği ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlerden beri Başkanlık sisteminin Türkiye’ye çok önemli kazanımlar sağlayacağı konusunda düşüncelerinin olduğunu biliyoruz. Bu hep konuşulmuştur. Ancak bir sonuca varılamamıştır.  Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Türkiye’de bir ilk yaşandı.  Halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı oldu.  Fiilen yarı Başkanlık sistemine geçilmiş gibi oldu. Çünkü halk doğrudan, aracısız olarak Cumhurbaşkanını kendisi seçmiş oldu. Tabi buradaki konu şu; Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi veya parlamenter yapının bu ülke için ne getirip ne götürdüğünü iyi tartışmak gerekiyor. Türkiye’de bunun çok sağlıklı tartışıldığı kanaatinde değilim. Başkanlık sistemi deyince hemen akla Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlığı akla geliyor.  Bence kişilere endeksli olarak bu meseleyi tartışmak yanlış. Dünyada olan gelişmelere baktığımızda Başkanlık sisteminin hızlı karar verme ve parlamenter yapının da denetleyici olarak daha güçlenmesi açısında Türkiye için çok faydalı olduğunu biliyorum. Şuna inanıyorum ki muhalefet partileri de bunu bu şekilde biliyorlar. Bir defa Başkanlık ve Yarı Başkanlık sistemini kişilerden bağımsız olarak tartışmak gerekiyor.  Ne getiriyor ne götürüyor? Bu minvalde konu tartışılırsa çok sağlıklı bir sonuca varırız.  8. yıla girdi. Milletvekilliği yapıyoruz.  Şunu görüyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki yasalaşan kanunların büyük bir kısmı hükümet tarafından kanun tasarısı olarak yürütme tarafından geliyor. Bir kısmı da yine hükümetin bilgisi dâhilinde kanun teklifleriyle olgunlaşıyor. Dolayısıyla parlamenter sistemde yasama noktasında milletvekilleri bir tasdik mercii gibi görev yürütüyor veya öyle gözüküyor.  Ama başkanlık sistemine geçildiğinde bütün kanunlar, teklifler parlamenterler vasıtasıyla verilecek ve parlamenter yapı denetleme açısından çok daha aktif bir pozisyon alacak. Bunları iyi tartışmamız gerekiyor.  Yani parlamenter yapı, ismi parlamenter yapı ama Başkanlık Sistemi’nde TBMM’nin, Parlamentonun daha etkin ve denetleyici bir pozisyon alacağı aşikâr. Amerika’daki yapı Başkanlık sistemi dünyada en iyi uygulananlardan birisi. Ama orada ikili bir yapı var. Hem temsilciler meclisi var hem senato var. Ama Türkiye’de tekli bir yapı olması, tek bir mecliste olması daha doğru. Yani her ülkenin kendine göre Başkanlık sistemi, kendi sosyal, kültürel yapısı ve devlet geleneği açısından bakarak farklılık arz ediyor. Başkanlık sistemini de ona göre oluşturmak gerekiyor.  Türkiye’de arzulanan Başkanlık sisteminin Türkiye’ye özgü bir model olmasını istiyoruz. Bizim Amerika ya da yarı Başkanlık Fransa’daki yapıyı aynen getirmek gibi bir düşüncemiz yok. Tabi ki oradaki sistemden istifade edip Türkiye’nin genel yapısı, devlet geleneği ve devletin işleyişi ile orantılı bir şekilde bir yapı oluşmasını istiyoruz. Bizim burada arzuladığımız tek adamlık değil. Bu ülkede kararların daha hızlı ve daha rantabl bir şekilde tek elden yürütülmesi, bu ülkenin kalkınması,  gelişmesi ve uluslararası arenada söylemesi gereken sözleri yerinde ve zamanında söylemesi açısından Başkanlık sisteminin çok daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Ve bir istikrar oluşacak. Şimdi hükümetler bakmayın AK Parti iktidarı döneminde 12 yıllık dönemde tek başına bir iktidar var da istikrar devam ediyor. Bu açıdan bir sıkıntı görmüyor. Ama Türkiye’ye geriye doğru dönüp baktığımızda hükümetler 15-16 ayı geçmiyordu. Seçmen parlamentodan çıkan bir hükümetle ilgili baktığında ne kadar istikrar sağlayacağını bu hükümetin ne kadar gideceği konusunda özellikle koalisyon hükümetlerinde gerçekten bir belirsizlik oluyor. Ama Başkanlık sisteminde seçmiş olduğun Başkan’ı 5 yıllığına seçiyorsan millet biliyor ki; 5 yıl boyunca halk tarafından seçilmiş olan Başkan o ülkeyi yönetecek.  Ve ona göre halk kendini daha güvende hissedecek. Dolayısıyla burada dikkat edilmesi gereken Başkanlık sisteminin bu ülkenin istikrarı açısından daha önemli kazanımlarının olacağıdır. Ancak burada biz bunları hep kişiselleştiriyoruz. Başkanlık sistemi deyince hemen akla Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan akla geliyor.” 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında bir ihtilafın söz konusu olmadığını da ifade eden Öz,  “Ama muhalefet ne hikmetse özellikle Sayın Erdoğan ve Davutoğlu arasında problem olsun diye özel gayret sarf ediyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın farklı tellerden açıldığı bir ortamı düşünün bunun kime ne faydası olur? Bunun bu ülkeye zararı olur. Kime faydası olur? Türkiye’nin gelişmesini, kalkınmasını, büyümesini istemeyen Türkiye düşmanlarına olur. Ama biz de ne yazık ki muhalefet ısrarla Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın arasını açma noktasında hep fitne fesat üretme gayreti içerisinde. Ama bu defalarca Sayın Cumhurbaşkanımız da Sayın Başbakanımız da ifade ettiler. Sayın Cumhurbaşkanımız diyor ki ben hükümetin verimli başarılı bir şekilde çalışması noktasında her türlü kolaylaştırıcılığı yapacağım, önlerini açacağım diyor. Hükümet de Sayın Cumhurbaşkanımızın tecrübesi, bilgisi, birikimi ve geçmişi ile beraber istişareli bir şekilde bu ülkeye hizmet edeceğini belirtiyor. Bu şimdi bir kazanım. Diğer taraftan bu ülkede, anayasa değişikliği yaptık. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yoluna gittik. Halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve halk tarafından seçilmiş bir hükümet ikisi arasında mutlaka zaman içerisinde birtakım problemler yaşanabilir. Ancak bizim dönemimizde böyle bir şey yaşanmaz. Bizden sonraki dönemlerde söz konusu olabilir mi? Olur. O yüzden bu ülkede yapılması gereken Başkanlık sistemi ile ilgili veya yarı Başkanlık sistemi ile ilgili adımların biran önce atılması gerekiyor” dedi. 

YENİ ANAYASA İLE SEÇMENİN KARŞISINA ÇIKACAĞIZ

Yeni Anayasa’nın 2015’te de gündeme geleceğini hatırlatan Öz, “Biz 2011’de o zaman ne dedik; tek başına anayasayı yapma noktasında çoğunluk istedik. Yeni bir anayasa ile seçim atmosferine girdik. Bu bütün siyasi partilerin o zaman vatandaşlara bir vaadiydi. 2011 seçiminde yeni bir anayasa dedi. Biz de aynı vaatle seçime girdik. Ama biz meclis aritmetiğinde oylarımızı arttırdık. Yüzde 50’ye çıkardık. Ama anayasayı tek başına değiştirecek bir çoğunluğu elde edemedik. Bunun için hemen bir komisyon kuruldu. Komisyonda Ak Parti önyargısız bir şekilde, 326 milletvekilimiz vardı o zaman. 326 milletvekili olan AK Parti de, 30 milletvekili olan Parti de Anayasa Komisyonu’na 3 üye verdi. BDP de 3 üye verdi. Bunu hiçbir parti yapmaz. Biz doğru olanı yaptık. Biz önyargısız bir şekilde 326 milletvekilimiz var ama sizin de Meclis’te grubunuz var. Meclis’te grubu bulunan tüm siyasi partiler aynı sayıda üyelerini versinler ve bu ülkenin bu milletin ortak yaşamını belirleyecek, ortak metni, yaşama kültürü olan yeni Anayasa’yı birlikte yapalım dedik. Ancak maalesef muhalefette bu noktada bir irade oluşmadı. AK Parti bu konuda gerçekten önyargısız bir şekilde masaya oturdu. Önyargımız şuydu; Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet. AK Parti’nin, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın da bizim de tek ön şartımız bu. Bunlar kırmızıçizgilerimiz bizim. Bunun haricinde her türlü konu tartışılabilir. Ama ne yazık ki değişik gerekçelerle uzlaşma sağlanamadı. 2015 yılında da biz milletimizden şunu arzu ediyoruz. Milletimiz yine yapılan kamuoyu yoklamalarında AK Parti yüzde 50 bandında gözüküyor. Ama burada diğer siyasi partilerin alacakları oylar da önemli. Kamuoyu yoklamalarında yine tek başına iktidar olmamızda bir sıkıntı görünmüyor. Biz esas olarak 330’un üzerinde bir milletvekili alarak yeni bir anayasa yapma ve milletimizin referandumuna sunma notasında bir yetki bekleyeceğiz. Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun himayelerinde 2015 yılı seçimlerinde yeni Anayasa ile ilgili de seçmenin karşısına çıkacağız” dedi. 

PKK SONBAHARDA SİLAH BIRAKACAKTI

Çözüm sürecinde yaşanan son durum ve takvimi de değerlendiren Öz, “Türkiye’nin kendi meseleleri var. Ya da Türkiye’de probleme dönüştürülen meseleler var. Burada kendi sorunlarımızı kendi içimizde oturup konuşarak çözme imkânımız varken ne yazık ki Türkiye ile ilgili meseleler uluslararası güçlerce provoke ediliyor. Mesela Türkiye’nin Güneydoğu problemi, Kürt problemi, terör problemi neyse bir problem var. Yıllardır devam eden bir problem var. 84 yılından sonra da bu silahlı çatışmaya dönüşmüş bir problem. Burada bir sorun olduğu için tüm bunlar yaşanıyor. O günden bizim hükümetimize kadar hükümetler bunula mücadele etmişler. Ama bu işin silahlı mücadelenin dışında sosyal, kültürel alanlarda çok çeşitli boyutları var. Bu boyutlar noktasında da bir şeyler yapmak gerekiyor. Çünkü bir örgüt kurulur ve taban bulursa devam eder. Partizan bulamazsa o örgütün varlığını sürdürebilmesi mümkün değil. PKK o bölgede bir sempati oluşturdu. Dolayısıyla istismar ettiği konularda o bölge halkının da beklentileri oluştu. Dolayısıyla bu konuların çözümü noktasında partiler risk almadılar. Rahmetli Turgut Özal bu konuda bir irade ortaya koymaya çalıştı. Bu meseleyi kökten çözmeye ömrü vefa etmedi. Akabinde Erbakan Hoca’nın Başbakanlığı döneminde bir irade söz konusu oldu. 28 Şubat süreci ile birlikte o da bertaraf edildi. Akabinde de Sayın Cumhurbaşkanı’mızın Başbakanlığı döneminde 2005 yılında Diyarbakır’da bu konuya vurgu yapıldı. Türkiye’nin böyle bir problemi var ve bunun da demokratik bir ortamda çözülmesi gerekiyor, dedi. Bir ülkenin Başbakanı tarafından bunun bu şekilde gündeme getirilmesi önemliydi. 2009 yılında Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında bu sorunun çözülmesi noktasında önemli bir irade ortaya kondu. Bu irade önemli işler yaparken Habur’daki görüntüler şahsım da dâhil olmak üzere önemli bir rahatsızlığa yol açtı. PKK militanlarının sanki zafer kazanmış edasıyla Habur’dan Türkiye’ye girişi kamuoyunda önemli bir rahatsızlığa sebebiyet verdi. Bu konuyu çözelim ama bu ülke sadece Güneydoğu’dan meydana gelmiyor. Bu ülkenin 81 ilinin faklı hassasiyetleri var. Bu meselenin çözümü noktasında bu ülkenin 81 ilinin desteğini aldık. Milletimizin bu konuda hem Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a hem de hükümetimize olan güveni tam. Ancak çözüm sürecinde kamuoyu vicdanını yaralamadan adım atmamız gerekiyor. Habur’daki görüntüler bu işi sürüncemeye bıraktı.  Oslo’daki dayatmalar da buna dâhil edildi. Ama akabinde 2013 yılında önemli bir açılım oldu. Bu defa çözüm süreci ile beraber Türkiye’nin bu sorunu çözme noktasında ciddi bir irade ortaya kondu. Bu noktada PKK denilen terör örgütü bu işin silahla çözülemeyeceğini anladı. Türkiye Cumhuriyeti devleti ile başa çıkamayacağını anladı. Öte taraftan bizim hükümetiz dâhil hükümetler PKK terör örgütünün o bölge halkı ile bir yakınlığı olduğunu da biliyor. Bölgedeki insanları da yok sayma diye bir meselemiz de yok. Dolayısıyla bu işin çözümü noktasında devletin yetkili kurum ve organları PKK ile görüşmesi neticesinde bu işin çözümü noktasında bir irade oluşmaya başladı. Nevruzda yapılan açıklamalarla bu işin çözümü noktasında önemli bir kazanım elde edildi ki gezi olaylarını başlattılar. Gezi olaylarının başlatılması kesinlikle çözüm süreci ile bağlantılıdır. Türkiye bu terör sorununu çözmesi halinde kendi iç meselelerini çözmüş olarak dünyadaki gelişmelere çok daha etkin ve güçlü bir şekilde irade koyma imkânına kavuşacaktır. Bu sebeple dış güçler Türkiye’nin sürekli kendi iç meseleleri ile boğuşmasını dünyada olup bitenlere müdahil olmamasını istiyorlar. Türkiye’nin kendi enerjisini, kendi ekonomik gücünü kendi sınırları içerisinde tüketmesini istiyorlar. Gezi olaylarında 5-10 ağacın yer değiştirmesi bahane edilerek bu ülkede ciddi bir ayaklanma oluşturuldu.  Dikkat ederseniz bu süreçte Mart ayında başlatılan süreçte sonbaharda PKK silah bırakacaktı. Silahsızlanmaya doğru gidiliyordu. Gezi olaylarının başlaması ile PKK’ya kim akıl verdi, nerden nasıl geldiyse PKK silah bırakmayı erteledi.  Gezi olayları başlamasaydı PKK silahları bırakıyordu ve çözüm süreci nihayete eriyordu. Gezi olayları Sayın Cumhurbaşkanımız o dönemde Başbakanımız olan Recep Tayyip Erdoğan’ın dirayetli duruşu ile püskürtüldü. Bunun akabinde 17-25 Aralık operasyonu geldi. Bu 17-25 Aralık operasyonu da çözüm sürecinin başarıya ulaşmaması için yapılan darbe girişimlerinden bir tanesiydi. Bu bir darbe girişimi olmakla beraber en önemli hedeflerinden biri de çözüm sürecidir. Türkiye’deki çözüm sürecinin başarıya ulaşmasını istemiyorlar.  Bütün bunlardan dolayı bu iş biraz gecikti. Gezi olayları püskürtüldü. 17-25 Aralık darbe girişimine devletimiz darbe yaparak bunları defetti. Şuanda çözüm süreci kendi mecrasında ilerliyor. İnanıyorum ki bu süreçteki en önemli kazanım, o bölge halkı bu sürece inandı. Türkiye kamuoyunda bu sürecin bu ülke için önemli olduğu konusunda bir mutabakat var. Bu mutabakattan vazgeçen ya da değişik söylemlerle bundan vazgeçmek isteyen bunun altında kalır” diye konuştu.

BU TEHDİTLERE BOYUN EĞMEYİZ

Selahattin Demirtaş’ın “yüzde 10 barajının altında kalırsak ve bu yüzden meclise giremezsek çözüm süreci için iyi olmaz, gerisini devlet düşünsün” açıklamasını da değerlendiren Öz, “Demokraside bu tür tehditlere boyun eğmemek gerek. Biz eğmeyiz. Yani Türkiye’de birçok siyasi parti var. Ülkemizde birçok siyasi parti var. CHP dahi yüzde 10 barajından dolayı geçmişte Meclis dışında kaldı. MHP’nin kaldığı dönemler oldu. İktidara gelmiş birçok parti barajın altında kaldı. Barajı koyan AK Parti değil. Barajın altında kalırsak tehditkâr üslubu doğru bir üslup değil. Gönlüm HDP’nin Meclis’te olmasını istiyor. Ama bu kendi kararları. Bu yüzde 10 barajını biz koymadık.  AK Parti de 2001’de kurulduktan sonra yüzde 10 barajını aşarak tek başına iktidara geldi. Onlar da Türkiye partisi olsunlar. Türkiye’nin ekonomisi, siyaseti, güvenliği, dış politikası ile ilgili önerilerini ortaya koysunlar. Yüzde 10’u aşsınlar. Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sadece bir kesimi değil, Türkiye’nin tümüne hitap edecek bir çıkış yaptı. Bu çıkışı da doğru bulduğumu ifade etmeliyim. Oyunu da arttırdı. O yüzden ideolojik saplantılardan uzak, bir bölge partisi olmaktan uzak, Türkiye partisi olma noktasında irade koyarlarsa yüzde 10 barajını aşacaklarına ihtimal veriyorum. Ama bu tür söylemlerle bu işin olması mümkün değil. Gerçekten Meclis’te yer almak istiyorlarsa terör örgütü ağzı ile değil demokratik söylemlerle milletten destek alarak Meclis’te olsunlar” dedi. 

"Şubat ayı içerisinde bir silah bırakma bekliyor musunuz?" sorusuna cevaben ise Öz, “Bu konuların kamuoyu önünde bu kadar açık bir şekilde konuşulmasını doğru bulmuyorum. Ama bu millet AK Parti’ye oy veren oy vermeyen liderimize güveniyor. Gerek Sayın Erdoğan’a gerek Sayın Davutoğlu’na güveniyorlar. Her iki ismin bu ülke için yanlış bir şey yapmayacaklarına inanıyorlar. Süreç bu ülkede kimsenin zarar görmeyeceği bir şekilde çözüme gidiyor. Bu süreçte bunların kamuoyu önünde konuşulmasını doğru bulmuyorum. Kamuoyu önünde konuşuldukça bu iş provoke ediliyor. Süreç uzuyor. Sürecin çok fazla kamuoyu önünde konuşulmadan hızlı bir şekilde çözüme kavuşması gerekiyor. Kendi düşüncem seçim öncesinde bu süreçte çok önemli kazanımlar elde edilecek. Çünkü Türkiye’nin vakit kaybına tahammülü yok. Rivayetlere göre 30 bin ile 100 bin kişi arasında insan kaybı oldu. Şehitlerimiz oldu. 400-500 milyon dolarımız o ülkede terörle mücadeleye harcandı. Artık bunları aşmamız gerekiyor. Kendi meselemizi kendimiz çözerek aşmamız gerekiyor. Dikkat edin özellikle yabancı güçler, belli üst akıllar da devreye girmek istiyorlar. Ama biz hayır dedik. Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları varsa o problemi kendimiz çözeriz dedik. Niye bu işe yabancı güçler gözlemci veya başka sıfatlarla girsin. Biz kendi meselemizi kendimiz çözeriz dedik. Bundan da rahatsızlar. Bu önemli bir şey. Millî bir proje bu. Dünyanın birçok bölgesinde bu teröre örgütleri ile mücadele olmuş ve çözümüne katılımlar olmuştur. Türkiye bu işe kimseyi karıştırmadı. 76 milyon bu işin çözümüne Türkü’yle Kürdiyle, Lazıyla Çerkez’iyle mutlu olacaktır. Alevi’siyle Sünni’siyle herkesin mutlu olduğu bir Türkiye üretmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de tek vatan, tek devlet, tek bayrak tek milletten de taviz vermiyoruz. Türk milleti deyince Kürt kardeşlerimiz lütfen rahatsız olmasınlar. Bunu yapmak her yiğidin harcı değil. Çözüm sürecini başlatmak siyaseten de çeşitli riskleri barındırıyordu.  AK Parti riski aldı. Biz gelecek seçimleri düşünerek değil gelecek nesilleri düşünerek bu adımı attık.  Bu süreçte çeşitli provokeler olabilir. Özellikle paralel yapı bu işin başarısızlığa uğraması için çeşitli provokelerde bulunacaktır. Ama AK Parti milletimizle beraber bu işi nihayete erdirecektir” diye konuştu.

Reklam

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.
Reklam